Yeni Coğrafyalar Zamanı…
Geçtiğimiz 10-11 Kasım tarihlerinde Brüksel’de gerçekleştirdiğimiz 75. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısı bir çok açıdan önemli ve manidardı. 1965 yılından bu yana aralıksız toplanan ve kısaca KPK şeklinde tanımladığımız komisyonun yarısı Türk, yarısı Avrupalı parlamenterler olmak üzere 50 parlamenterden oluşuyor.
1997 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde danışmanı olduğum milletvekili de bir KPK üyesiydi. Aradan yıllar geçti TBMM’ye ben bir milletvekili olarak dönüş yaptım. Ve tevafuk ben de bugün KPK Eş Başkan Yardımcısı olarak komisyonda aktif olarak görev yapıyorum. 1965 yılından bu yana toplanan KPK, Türkiye’nin AB’ye katılım süreci önündeki engelleri kaldırmak yerine maalesef ki süreci uzatmak, tıkamak, çıkmaza sürüklemek gibi bir misyon üstlenmiş durumda.
Tabi ki KPK, AB ile Türkiye arasında son derece önemli bir diyalog platformu. Ne var ki, komisyonu özellikle tercih eden Türkiye karşıtı Rum, Yunanlı ve Fransız parlamenterler, komisyonu yörüngesinden çıkarıp, rotasını değiştirip tabiri caizse KPK’yı hijack edilmiş bir komisyon formatına sokmuş durumdalar.
Geçtiğimiz Mayıs ayında yenilenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından KPK’nın Avrupa kanadı da yenilenmiş oldu. KPK’nın daha önce Fransız olan Avrupa kanadı Eş başkanlığına ise Yunan Milletvekili Sayın Manolis getirildi. Aslında bu bile Avrupa’daki sözde dostlarımızın Türkiye’nin AB’ye katılım sürecine nasıl baktıklarını net bir şekilde ortaya koyuyor.
Kasım ayında gerçekleştirdiğimiz toplantı bu açıdan da bakıldığında bir çok yönden farklı bir toplantı oldu. Ancak Brüksel’deki son toplantıyı önemli ve farklı kılan çok daha önemli nokta KPK’ya yeni dahil olan Bağımsız Fransız Parlamenter Edouard FERRAND’ın yaptığı samimi itiraflardı.
Ferrand’ın itiraflarını noktasına virgülüne dokunmadan zabıtlardan buraya aktarıyorum:
“Açık konuşulmasından yanayım, Türk dostlarımızla açık konuşmalıyız, vizelerden yana değilim; vize serbestisini savunmuyorum. Bazı siyasi partiler Türklere doğruyu söylemiyor. Gerçeği saklıyorlar, alınması gereken uzun bir yol var, ve tabi büyük bir işbirliğinden yanayız, hiçbir zaman Türk halkına yalan söylemeyeceğiz ve onları aldatmayacağız çünkü bu büyük halka saygımız var.
Ben TBMM’deki arkadaşlarıma bir tavsiyede bulunmam gerekirse şunu derdim: bizler bugün Avrupa mekanizması altında eziliyoruz, lütfen Türk kimliğinizi koruyun, AB’ye girmeyin Avrupa mekanizması kimlikleri ve halkları eziyor ve bu Avrupa sizin hak ettiğiniz Avrupa değil.”
Ferrand’ın bu konuşmasından beni etkileyen en samimi cümlesi ise konuşmasının son cümlesi olan ve benim de yürekten inandığım “Avrupa sizin hakettiğiniz Avrupa değil” ifadesiydi.
Avrupa bu haliyle gerçekten kendinden başkasını hakeden bir coğrafya olmaktan çıktı. Artan ırkçılık, İslamofobi, mülteci karşıtlığı, irtifa kaybeden ekonomi ve sosyal yapısı ile aslında AB, SOS veriyor. AB içerisinde zuhur eden tüm sorunlardan çok daha büyük ve tehlike olanı ise aslında Avrupanın her geçen gün daha da Almanlaşan ve Almanyalaşan bir AB ile karşı karşıya olması.
Merkel’in Almanya’nın ekonomik gücünü de arkasına alarak izlediği AB’yi Almanyalaştırma politikası aslında AB’nin bütünlüğünü tehdit edecek en büyük sorun. Aslına bakarsanız Hitler’in silahla başaramadığı Avrupa Alman İmparatorluğu hayalini Merkel ekonomik güç ile başarmaya çalışıyor. Bu yönde son derece önemli mesafeler de alınmış durumda.
Fransız parlamenter Ferrand’ın itirafları aslında AB’nin Türkiye ile ilgili bir şuur altı boşalımı. Bizim de malumumuz olan ama iyimser AB politikalarımız gereği görmezden gelip yönetmeye çalıştığımız bir yaklaşım.
Avrupanın birçok açıdan duraklama sürecine girdiği, İngiltere’nin bile AB’deki durumunu gözden geçirdiği bir süreçte Türkiye’nin de ciddi bir alternatif bölge ve coğrafyalar çalışması başlatması kaçınılmaz.
AB birliği serüvenimiz hiç kuşkusuz Türkiye’nin özellikle demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlükler, ekonomik, sosyal ve siyasi standartlar bağlamında bugünkü Türkiye’ye inanılmaz değerler katmıştır. Dile zor gelse de Türkiye’de ki vesayet sistemlerini AB sopası ile dizginleyip dize getirdiğimizi bilmek zorundayız. Ancak bu süreç ömrünü tamamlamış bir süreç.
Şimdi ise AB yolculuğumuza paralel yeni coğrafyalar hayal etmeli ve yeni coğrafyalara seferler düzenlemeliyiz. Türkiye, stratejik, ekonomik, jeopolitik anlamda son derece güçlü bir coğrafyada yaşıyor. Ve konjonktür Türkiye’yi her geçen gün bölgesinde daha güçlü hale getiriyor.
Türkiye’nin masasına açarak üzerinde çalışması ve adım atması gereken güçlü 3 coğrafya ve bölgesel işbirliği alternatifi var. Bu alternatifler Ortadoğu’da “Sınırsız Ortadoğu Projesi (SOP)” Orta Asya’da Türk merkezli “Orta Asya Birliği ” Balkanlarda ise Doğu Avrupa ülkelerini içine alacak yeni ve güçlü bir “Balkan İşbirliği Projesi”.
Bu önemli 3 ekonomik, siyasi ve kültürel işbirliği coğrafyasının merkezinde bir ülke olarak Türkiye, rahatlıkla dünyayı yeniden şekillendirecek yeni bir küresel geleceğin mimarı olabilecek durumda.
Yeni coğrafyalar hayal etmek zorundayız. Birileri bizi bölüp kendilerini bütünleştirerek 100 yıl kanlarımızdan, canlarımızdan, enerjimizden, zenginliklerimizden istifade edip Batı’da muhkem ve muhteşem şehirler kurdular. Müzeleri bile topraklarımızdan çalınmış eserlerle dolu. Bizi iliklerimize kadar sömürdüler.
Onlar yeni bir sömürü çağı yaratmadan biz yeni bir paylaşım çağı başlatmak zorundayız…
Yorumlar